Ben o adamim ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye götürebilecegi noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasina dahil islerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana bilginler dogru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsaniz, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.

 

ATATÜRK'ÜN SOFRASI

 

Atatürk ve Nuri Conker, birinin hazirladigi, ötekinin uyguladigi plan  sonunda Florya Köskü'nün tüm nöbetçilerini atlattilar ve köskten  kaçarlar...

Altlarinda, Nuri Conker'in bir arkadasinin arabasi vardi. Eylül sonu  aksami sonbaharin tadini çikararak, Çekmece'ye dogru gidiyorlardi.

Birden Atatürk'ün gözleri aksam günesi altinda çift süren bir köylüye  takildi. Yasli bir adamdi bu. Sapaninin sapina iyice yapismis, topraklari  yavas yavas deviriyordu. Fakat çiftin bir yaninda öküz, bir yaninda merkep  vardi. Esit güçlerle çekilmedigi için sapan yalpa yapiyordu.

Atatürk soföre durmasini söyledi.

Indiler. Köylüye seslendi:

"Kolay gelsin Aga!.."

Köylü bu sese basini çevirmeden karsilik verdi:

"Kolay gelsin"

"Isler nasil Aga? Bu yil mahsülden yüzünüz güldü mü?" Köylü isteksiz  konustu:

"Tanri'nin gücüne gitmesin bey, bu yil yufkaydi mahsül. Kabahatin acigi  bizde, acigi yukarda! Biz geç davrandik, yukarisi da rahmeti esirgedi."

"Bakiyorum, sapanin bir yaninda öküz, bir yaninda merkep kosulu.  Öküzün yok mu senin?"

"Var olmasina vardi ya, hidrellezde vergi memurlari sattilar."

"Hiç vergi memurlari köylünün üretim aracini satar mi? Olmaz böyle sey!  Muhtara sikayet etseydin..."

Köylü güldü:

"Muhtar basinda deel miydi memurun, a bey?"

Atatürk dudaklarini disleri arasinda ezerek konustu:

"Kaymakama gitseydin."

Köylü iyice güldü.

"Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.

Atatürk konusmayi sürdürdü.

"E peki, Istanbul suracikta geleydin valiye anlataydin derdini...  Onun isi bu degil mi?"

Köylü Atatürk'ün safligina inanmis iyiden iyiye gülüyordu.  Konusmanin tadini çikardigi için keyiflenmisti de biraz. Kestirip atti:

"Birak su sagari Allasen, biz onun buralardan gelip geçtigini çok gördük.  Yakasina yapissak acep derdimizi duyurabilir miyiz?"

Atatürk sordu:

"Adin ne senin Aga?"

"Halil... Köylük yerde sorsan, Halil Aga derler..."

"Demek varliklisin?.. Aga dediklerine göre."

"Acik çiftimiz- çubugumuz varken adimiz aga'ya çikmis."

"Peki Halil Aga, bu senin isin beni bayagi meraklandirdi. Benim bildigime  göre, bir çiftçinin üretim araci elinden alinmaz. Sen aldilar diyorsun.  Hadi kaymakam söyle, vali öyle diyelim; e peki bir basvekil Ismet Pasa var  bilir misin?"

"Bilmez olur muyum, beyim?"

"Tamam öyleyse, hemen her hafta Istanbul'a geliyor. Florya Köskü'ne  iniyor. Kösk de suracikta. Bir gün kapida bekleseydin de derdini dökseydin  ona... Herhalde çaresini bulurdu."

"Sen benim konusmamdan hoslastin, gönül eyliyorsun. Ama bak simci,  tutalim gittim vardim, beni o kapiya koymazlar ya...  Tutalim ki kodular, koskoca Ismet Pasa'mizi göstertmezler ya.  Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasil yanacagim hele; o sagarin sagari!  Heç isitmez beni..."

Nuri Conker, lafa karismak istedi, Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu.

"E peki, bakalim bu dedigime ne bulacaksin!" dedi

"Atatürk koca yaz suracikta oturup duruyordu. Gitseydin, çiksaydin önüne,  anlatsaydin halini. O da seni yüzüstü birakacak degildi ya!.."

Köylü iyice keyiflenmis, gülüyordu.

"Sen ne diyorsun bey?" dedi.

"Mustafa Kemal Pasa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü  gerek... Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten, isinden gücünden basini  kaldirip bizim öküzün arkasindan mi seyirecek?.."

Halil Aga, sigarasinin son nefesini cigerlerine doldururken, Atatürk'ten  yeni aldigi sigarayi da kulaginin arkasina yerlestiriyor, çiftinin  basina gitmeye hazirlaniyordu. Konusacak bir sey de kalmamisti. Atatürk  köylünün omuzuna elini koyarak, "Senden hoslandim Halil Aga" dedi.

"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranini içerim. Açik yürekli bir  vatandassin. Ama yine de sana söylüyorum, hakkini kimsede birakma ara!.."

Döndüler, arabaya bindiler. Halil Aga, onlari ugurladi.

"Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim hakkimiza el degdiremez.  Fakat bu, Devlet Baba'ya borçtur. Ödenmesi gerek... Otomobil hareket etti.  Atatürk'ün cani sikilmisti.

"Bir uygun yerden dönelim, tadi kaçti bu isin!.." dedi. Dönüs yolunda  Atatürk konusmuyor, sigara üstüne sigara yakiyordu. Yüzünde ince bir  keder vardi.

"Yahu çocuk, su Halil Aga'nin vergi borcundan öküzünü satmisiz, merkeple  çift sürüyor, hala da 'Devlet Baba' diyor. Ne mübarek millet, bu millet!.."

Köske döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:

"Simdi" dedi: "Istanbul'da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini  telefonla bulacaksin!..

Bu aksam kendilerini yemege bekliyorum. Ayrica Vali Muhittin  Üstündag ile Ismet Pasa'yi bul, onlara da haber ver." Yaver odadan çikti.  Atatürk, Nuri Conker'e döndü:

"Simdi sen de arabayla çikip o Halil Aga'ya gideceksin. Ona benim kim  oldugumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin. 'Seni sevdi, sana  öküz aliverecek' diye bir seyler söyle, kandir. Kuskulandirmadan al getir  buraya."

O aksam Atatürk'ün sofrasinda Basbakan Ismet Inönü, bakanlar,  milletvekilleri ve Istanbul Valisi Muhittin Üstündag'dan olusan yirmi bes  konuk vardi. Atatürk, "Bu aksam soframiza efendimiz gelecek" dedi.  "Kendisine nasil davranacaginizi çok merak ediyorum."

Bir süre sonra içeri basyaver girdi ve Atatürk'ün kulagina bir  seyler söyledi.

Atatürk "Buyursun!" dedi.

Basyaver kapiyi açip da Halil Aga, gündüz konustugu beyin sofranin  basinda oturdugunu, yani basinda da Ismet Pasa'nin yer aldigini görünce,  saskinliktan dona kaldi. Dizlerinin bagi çözülmüstü. Atatürk onu  görünce ayaga kalkti. Arkasindan tüm konuklari da ayaga kalktilar. Atatürk  son  konugunu, "Hos geldin Halil Aga" diye karsiladiktan sonra kendisini  sofradaki konuklarina tanitti:

"Iste bekledigimiz, Efendimiz" dedi.

Nuri Conker, Halil Aga'yi Atatürk'ün sag basina oturttu, kendisi de  yanindaki sandalyeye geçti. Atatürk, sofradakilere, o gün köskten  Conker'le birlikte nasil kaçtigini, Halil Aga'yi, bir yaninda öküz, bir  yaninda  merkeple çift sürerken nasil gördügünü, sigara yakmak bahanesiyle nasil  kendisi ile konustugunu ayrintili bir sekilde anlattiktan sonra söyle  dedi:

"Simdi gerisini Halil Aga ile birlikte yaninizda tekrarlayacagiz.  Ben sorduklarimi bastan soracagim Halil Aga da orada bana söylediklerini  oldugu gibi tekrarlayacak."

Halil Aga'ya döndü:

"Bak beri, Halil Aga" dedi. "Sen bu aksam benim bas misafirimsin.  Senin açik sözlülügünü pek çok begendigimi bugün söyledim. Konusmamizdan  sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacagim. Ama simdi ben  tarlada  sorduklarimi bastan soracagim, sen de orada söylediklerini aynen  tekrarlayacaksin. Iste soruyorum:

'Bakiyorum sapanin bir yaninda öküz, bir yaninda merkep kosulu.  Öküzün yok mu senin?" Halil Aga dudaklari titreyerek  Atatürk'ün ayagina kapanacak oldu. Atatürk önledi:

"Yoo, bak böyle sey istemem. Soruyorum cevap ver."

Soru - cevap valiye kadar aynen tekrarlandi. Sofradakiler, soluk almadan  konusmayi izliyorlardi. Ürkütücü sorulara gelmisti sira. Atatürk sordu:

"Peki Istanbul suracikta, gideydin valiye, anlataydin derdini, onun  isi bu degil mi?"

Vali Muhittin Üstündag, Hali Aga'nin ancak iki metre ötesinden kendisine  bakiyordu. Nasil desin? Ter basmisti iyice, isi savusturmanin yoluna kaçti:

"Vali pasamizi biz görüp dururuz buralarda. Etegine düssek derdimizi  duyurabilir miyiz ki..."

"Olmadi bu, Halil Aga... Bana dedigin gibi, dosdogru..."

"Böyle demedik mi beyim?.."

"Ya, ben mi yanlis anladim?.. Dur soralim bakalim Nuri'ye.  Nuri, böyle mi dedi bize Halil Aga?"

Nuri Conker karsilik verdi. "Hayir Pasam!.."

"Gördün mü?.. Demek aklinda yanlis kalmis. Hani bir sey dediydin  sen,vali neden duymazmis?.. Aynen bana söyledigin gibi söyle."

Halil Aga kekeleyerek konustu:

"Köylük yerinde bizim dilimiz sagar demeye alismistir, pasam" dedi.  "Kusura kalma gayri..."

Atatürk gülmeye basladi:

"Diplomatsin ki, yaman diplomatsin, Halil Aga... Ama simdi diplomatlik  sirasi degil, dogruyu konusacagiz... Söyle bana, orada dedigin gibi..."

Halil Aga gözünü yumup, basini yere egdi:

"Sasirmisim, agzimdan yanlislikla 'Birak bu sagari' diye bir laf  kaçirmisim..."

Sofrada gülüsmeler baslamisti.

"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:

"E, peki bir Basvekil Ismet Pasa var, bilir misin?"

Halil Aga Ismet Pasa'nin yüzüne bakti ve gözlerini yere indirdi:

"Sanli Ismet Pasamiz bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün..."

Atatürk Halil Aga'yi durdurdu.

"Birak simdi övgüleri" dedi. "Ben lafin gerisini getireyim:  Tamam öyleyse, hemen her hafta Istanbul'a geliyor, Florya Köskü'ne iniyor,  kösk de suracikta. Bir gün kapida bekleseydin de derdini dökseydin ona.  Herhalde bir çaresini bulurdu."

Halil Aga yine kaçamak yanit verdi:

"Kapiya koymazlar ya bizi, koysalar da sanli pasamiza öküzümüzü mü  yanacagiz!.."

Atatürk'ün sesi iyice sertlesti:

"Beni ugrastirma, Halil Aga" dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz. Ne  dediysen, tipkisini tekrarlayacaksin!.."

Halil Aga ürktü, toparlandi. Basini yine yere gömüp konustu:

"Sanli Pasamiza da sagar dedikti ya..."

"Yalniz sagar degil, 'sagarin sagari' degil miydi?"

Halil Aga yere egik basini aciyla salladi:

"Öyle dedikti pasam, dogrusun!.." diyebildi.

Atatürk, Ismet Pasa konusunda daha fazla israr etmedi, sözü kendine  getirdi.

"Son soruyu sorayim simdi" dedi. "Bunun da karsiligini ver, öküzünü  al git."

"Koca yaz suracikta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çiksaydin  önüne, anlatsaydin halini. O da seni yüzüstü birakacak degildi ya?"

"Hiç birakir mi Aslan Pasam benim!.. Erip erisir de tarlama dek  gelir, halimi dinler."

"Birak bunlari Halil Aga, dedigini tekrarla." Halil Aga birden diklendi.

Her seyi göze almis insanlarin yigitligi içinde dogruldu. Atatürk'ün  gözlerinin içlerine bakarak konustu.

"Iste bunu demem Pasam" dedi. "Agzima atas doldur, iste bunu demem!"

Atatürk gülmeye basladi:

"Zorlatacak bizi bu Halil Aga, laf anlamiyor." dedi. "Mustafa Kemal  Pasa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demistin,  yanilmiyorsam. 'Görsem de, isinden gücünden, yiyip içmekten basini  kaldiracak da bizim öküzün arkasindan mi segirtecek' demistin." Halil  Aga'nin gözlerinden yaslar inmeye basladi. Tas kesilmis, duruyordu.  Atatürk konusmasini içtenlikle sürdürdü:

"'Atatürk de isi içkiye vurmus, sarhosun biri' demeye getirdin ya  fazla üstelemeyeyim" dedi.

"Simdi bak beni dinle, Halil Aga... Seni su kadar üzmemin sebebi,  sunu anlatmak içindi: Su gördügün alti bay hükümet... Yani, biri Basbakan,  ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak, isleri evirip çevirecekler  diye bu makama getirilmisler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen  sivanirlar, Isviçre'den mi olur, Italya'dan mi olur, Fransa'dan mi,  velhasil  neredense, bir kanun bulustururlar, Türkçe'ye çevirtirler, sonra basip  imzayi gönderirler Büyük Millet Meclisi'ne... Bu Millet Meclisi  dedigim, su alti bastan senin yanina kadar olan beyler. Kanun bunlara  gelir. Bunlar  da 'hükümet elbette incelemis, gerekeni düsünmüstür, benim ayrica  zorlanmama gerek yok' derler ve kaldirirlar parmaklarini, olur sana bir  kanun!..  Ama sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Aga'nin öküzünü  çeker, satar... Halil Aga da tarlasini bir yanda merkep, bir yanda öküz,  irgalana irgalana sürmeye çalisir. Ama üretim düsermis, ekim zorlasirmis,  kimin  umurunda... Sonra ben bunlari görürüm, içim kan aglar, isitirim,  tasalanirim! E, hakça söyle bakalim simdi Halil Aga... Sen benim  yerimde olsan, efkar dagitmak için, bunlari bu beylerle konusmak için içmez  misin?  Ama sonra da Halil Aga tutar, sana 'sarhos' der..."

Halil Aga'nin dili çözülmüstü:

"Öyle diyen yok hasa!.. Dinden çikmak gibidir... Buldun mu bunu, hacisi da  içer, hocasi da içer..."

Atatürk sordu:

"Peki sen de içer misin?"

"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Pasam?.. Içeriz ki, tipki serbet gibi!.."

Atatürk hizmet edenlere isaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi  kadehini Halil Aga'ya uzatti:

"Hadi bakalim Halil Aga" dedi. "Sagligina içelim."

Halil Aga, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düsürsün Pasam,  saglik düsürsün" dedikten sonra Halil Aga, edeple basini kenara çevirdi,  eline  verilen kadehi bir yudumda bosaltiverdi. Yüzü kizarmis, gözleri parliyordu.  Ellerini dizlerinin üzerine koyarak Atatürk'e döndü:

"Yunan'i denize döktün Pasam, bayragimizi basucumuza diktin. Benim gibi  bir köylü parçasini sofrana alip içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez  ki... Nideyim ben simdi? Birak ki oh pasam, ayagini öpem..."

Halil Aga Atatürk'ün ayagini öpmek için davraninca, Atatürk onu  sikica tuttu ve bu hareketi yapmasini önledi. Halil Aga bu kez, Atatürk'ün  ellerine sarildi, ellerini öpmeye basladi: "Bayragimiz gibi sen de  basimizdan  eksik olma insallah! Sana her kim düsman ise, onun yeri senin ayaginin alti  olsun!.. Gayri bana izin, koca Pasam!.."

"Yemek yemedin!.."

"Yemek kolay... Meraklanir çocuklar, ben köyüme döneyim."

Atatürk Nuri Conker'e isaret etti.

Conker kalkip Halil Aga'nin yanina geldi, kalkti Halil Aga, önce  Atatürk'ü, sonra sofradakileri selamlayip kapiya dogru edeple geri geri  çekildi. Kapi kapandigi zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarina  döndü:

"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle  davransa, siz ne yaparsiniz? Mübarek millet bu, adam millet bu... Simdi  bu adam milletin karsisinda 'adam olmak,' bize düsüyor!.."

Sofrada kesin bir sessizlik vardi. Kimse gözlerini Atatürk'ten  ayiramiyordu:

"Halil Aga'nin öküzünü satip, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptik ya da  bizim yaptigimiz kanun yanlis yorumlanarak Halil Aga'nin öküzünü satiyor.  Ikisi de bence birbirinden farksiz... Böyle bir kanun yaptiksa,  memleket çikarlarina aykiridir. Nasil yapariz, nasil yapmisiz bunu? Eger  yaptigimiz kanun dogru da, yorumlamasi yanlis oluyorsa, o zaman sormak  lazim.  Hükümet nasil bir yönetim içindedir? Sonra unutmayin ki, olay Istanbul'da  geçiyor.  Bunun Van'i var, Bitlis'i var, kiyi bucak ilçesi var; acaba oralarda  neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.."

Derleyen: Hanri Benazus - Bütün Dünya

Kaynak: Ismet Bozdag'in "Atatürk'ün Sofrasi" kitabi.

Hasan Riza Soyak, Behçet Kemal Çaglar ve Kasim Gülek'in anilari